Jurassic Park Ama Beyaz Perdede Değil

Ulu Kurt’un Doğuşu

Bilim insanları, yaklaşık 10.000 yıl önce nesli tükenen ulu kurtları laboratuvar ortamında yeniden sentezlediklerini iddia ediyor. Gelin, bu olaya birlikte yakından bakalım.
Bu konuya başlamadan önce, bu iddiayı öne süren şirketten bahsedelim: Bioscience. Şirketin ana amacı, nesli tükenmiş türleri yeniden hayata döndürmek ve nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan türlerin korunmasına katkı sağlamak. Daha önce mamutları geri döndürmeye çalışan şirket, bu çalışmalar sonucunda tüylü fareler üretmeyi başarmıştı. Ancak her ne kadar asıl amaç bu türleri geri getirmek olsa da, elde edilen sonuçlar gerçek anlamda bir “geri dönüş” ifade etmiyor. Yaklaşık 14 lokusta, 20 gende yapılan düzenlemeler, binlerce yıl önce nesli tükenmiş bir türü geri getirmek yerine, yeni bir tür yaratmak anlamına geliyor.
Kendilerini “Jurassic Park” benzetmesinden uzak tutmaya çalışsalar da şirketin arka planı pek de iç açıcı değil. Projenin yatırımcıları arasında Jurassic Park filminden birinin yer alması, ayrıca Game of Thrones ve Yüzüklerin Efendisi kitaplarının yazarlarının bu projenin tanıtımında ciddi rol üstlenmesi, bunun bilimsel bir projeden çok ‘distopik’ bir gelecek projesi olduğunu düşündürüyor. Yine de bu olaya bir de bilimsel açıdan bakalım.
Game of Thrones’tan tanıdığımız kurgusal “ulu kurtlar”, aslında gerçekten de dünyada yaşamış olan Aenocyon dirus türü canlılardı. Bu tür, yaklaşık 10.000 yıl önce besin ve habitat yetersizliği gibi nedenlerle yok oldu. Günümüzdeki kurtlardan farklı olarak daha geniş göğüsleri, kalın kafatasları ve güçlü çeneleriyle fiziksel olarak çok daha güçlüydüler.
Kolosal Biyobilim Şirketi, “de-extinction” yani türlerin yeniden canlandırılması misyonuyla yola çıkarak ulu kurtları geri getirmeyi hedefliyor. Bu projede antik DNA ve CRISPR gen düzenleme teknolojileri kullanıldı. (Bu bilimsel yöntemler bașka bir yazımızın konusu) Ancak şu soru akla gelebilir: Mevcut dünyada yaşamayan bir türün genleri nasıl değiştirildi, hatta klonlandı? Tabii ki fosil kalıntıları sayesinde.
Bu çalışma için Ohio’dan alınan 13.000 yıllık bir diş ile Idaho’dan elde edilen 72.000 yıllık bir iç kulak kemiği örneği kullanıldı. Bu örneklerden DNA dizilimi çıkarıldı. Daha sonra bu dizilim, günümüzde yaşayan modern kurt türleri —örneğin gri kurtlar— ile karşılaştırıldı ve ulu kurda özgü benzersiz genetik özellikler belirlendi. Sonuç olarak 14 lokusta, 20’den fazla gen düzenlemesi yapıldı.
Bu Gerçekten Ulu Kurtları Geri Mi Getirdi?
Elbette ki hayır.
Şirketin amacı türleri geri döndürmek olsa da, ortaya çıkan sonuçlar bu türlerin tam anlamıyla geri getirildiğini göstermiyor. Ulu kurtlarla günümüz kurtları yalnızca farklı türler değil, aynı zamanda farklı cinslere ait canlılardır. Günümüz kurdu Canis lupus iken, ulu kurt Aenocyon dirus türüdür. Sentezlenen yeni kurt, bazı belirgin özellikleri taşısa da bu onun tam anlamıyla “ulu kurt” olduğu anlamına gelmez. Canlıların genetik yapıları son derece karmaşıktır; atlanan tek bir gen bile fenotipte büyük farklar yaratabilir.
Üstelik bir türün yok olmasının belirli nedenleri vardır. Geri getirilseler dahi, onların yaşaması için gerekli doğal habitatı sağlayamayız. Besin zincirinde yer alan diğer türler artık doğada mevcut değil. Uygun besin bulsalar dahi, bu durum mevcut türlerin yok olmasına ve ekolojik dengenin bozulmasına yol açabilir.
Bununla birlikte, çoğu zaman göz ardı edilen önemli bir gerçek daha var: mutasyon. Genleri dikkatle düzenleyebiliriz; ancak yarattığımız bu yeni tür, her an mutasyona uğrayarak beklenmedik biçimde değişebilir.
Bu Çalışma Ne Sağladı?
Her ne kadar ulu kurtlar tam anlamıyla geri getirilmemiş olsa da, bu çalışmalar bize son derece önemli araştırma alanları sundu. Mamutlar ve ulu kurtlar üzerinden yapılan deneyler, insanlığın kökenini daha iyi anlamamıza katkı sağlayabilir. Örneğin, tarihsel olarak en yakın akrabamız olan Neandertaller’i gözlemleme fırsatımız olabilir. Hatta onlardan da öncesine dair… Canlılığın başlangıcı hakkında daha fazla bilgi edinme şansı doğabilir; belki de atalarımızı bir bakıma “geri getirebiliriz.”
Türler açısından bakıldığında, bu projeler tam anlamıyla bir geri dönüş olmasa da yeni türler sentezleyebildiğimizi gösteriyor. Bu ise düşündüğümüzden çok daha tehlikeli. Örneğin, insan genom projesi başlangıçta hastalıklı genlerin düzenlenmesi amacıyla başlatılmıştı, ancak bugün geldiği nokta bunun çok ötesinde.
Bu tür çalışmalar, aynı zamanda yeni bir doğa —belki de yeni bir evren— yaratma potansiyeli taşıyor. İnsan genom projesi insan üzerinde nasıl çalıştıysa, aynı modelin tüm türler için uygulanması gibi düşünülebilir. Bu, “transhümanizm”in tüm canlılar için geçerli bir versiyonu olabilir. Gerçekçi görünmese de dünya bu yöne doğru evriliyor —ne kadar istemesek de.
Bu noktada, biyomuhafazakârların neden endişeli olduklarını anlamak mümkün. Nesli tükenen türlerin geri getirilmesi amacıyla başlayan bu yolculuk, artık yeni türler yaratmaya doğru evrildi. Yeni türler, yeni bir doğa; yeni doğa ise yeni bir evren demektir. Şu anda sentezlenen “şeylerin” kontrollü ortamlarda yetiştirilmesi, onların doğaya salınmayacağı ya da yeni doğayı oluşturmayacağı anlamına gelmez.
Yeni türler, yeni doğa; yeni doğa ise kaçınılmaz olarak yeni bir evren demektir. Şu anda laboratuvarlarda kontrollü koşullarda yetiştirilen bu “şeyler”in bir gün doğaya salınmayacağının garantisini kim verebilir? Ya da daha da kötüsü: Belki de asıl amaç, zaten yeni bir doğa inşa etmektir. O doğa, artık tanıdığımız doğa olmayacak.
Doğa, biz müdahale ettikçe doğallığını kaybediyor. Geriye kalan ise yalnızca hesaplanmış, programlanmış ve mutasyon riski taşıyan yapay canlılar. Ulu kurtları geri getirmek isterken, doğaya hükmetmeyi deniyoruz.
Her genetik müdahale, doğanın binlerce yılda kurduğu dengelere bir çentik daha atıyor. Bugün bir kurdu geri getirdiğimizi sanıyoruz; yarın bir dünyayı kaybettiğimizi fark edeceğiz.
Mitler uyarıydı, masal değil. İnsanın haddini aştığında nasıl devrileceğini anlatırlardı. Ama biz bu anlatıları da unuttuk. Şimdi kendi mitolojimizi yazıyoruz; yarı kurt, yarı algoritma canavarlarla dolu bir evrenin eşiğindeyiz. Bu evrende yaratıcı biziz; ama aynı zamanda kurban da olabiliriz
KÜBRA KONAKÇI
İnanılmaz bir konu, bu çalışmalar gelecekte nereye varacak meraktayız. Keyifle okuduk😏😊
Bu konu hakkında yazılmış insanın merakını doyuran oldukça detaylı bir yazı olmuş. Elinize sağlık, bi sonraki yazıyı heyecanla bekliyoruzzz!!!✨🎉